HAKSIZ YA DA HUKUKA AYKIRI TUTUKLAMA VE YAKALAMA DAVALARININ ESASLARI NELERDİR?

Tazminatı doğuracak olan nedenler CMK’da sırlanmaktadır: Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer mal varlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
Tazminat isteminde bulunma hakkı, yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü zarara uğrayan kişilere aittir. Bu hak, yakalama ya da tutuklama önlemine tabi tutulan kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Haksız ya da hukuka aykırı tutuklama ya da yakalama hallerinde, yasaya aykırı işlemin sonuçlarının kendilerine doğduğundan bahisle, üçüncü kişilerin tazminat isteminde bulunmaları söz konusu değildir.
Tazminat istemi bir dilekçe ile istenecektir. Dilekçede, zarar isteminde bulunan kişinin açık adresi, zararı doğuran işlemlerin özeti, zararın dayandığı nedenler ve bunların delilleri ile giderilmesi istenen zararın neden ibaret olduğu yazılı olmak gerekir. Delillerin dilekçeye ekli olması şarttır. Öte yandan dilekçenin yasanın aradığı koşulları içermemesi veya istenen belgelerin ve delillerin eklenmemiş olması halinde, mahkeme 1 aylık bir süre verir. Bu sure eksikleri giderme süresidir. Bu sürenin sonunda eksikler giderilmediğinde, dilekçe mahkemece reddedilir.
Yasada dava açma süresi üç ay olarak düzenlenmiştir. Bu sürenin başlangıcı, tazminatı doğuran nedenler farklılık gösterdiğinden, kendi içinde farklılık taşımaktadır. Bu bakımdan, bir yargılamanın söz konusu olduğu durumlarda, yargılama sonunda verilen kararın kesinleştiği tarih, diğer hallerde, haksız ya da hukuka aykırı işlem iddialarının mercilerince karara bağlandığı tarihler, üç aylık sürenin başlangıç tarihini oluşturacaktır.
Yasa, görevli mahkemeyi davacının oturduğu yer ağır ceza mahkemesi olarak belirtmiştir. Eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, dava en yakın yer ağır ceza mahkemesinde görülür ve karara bağlanır.

1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız (1 votes, average: 5,00 out of 5)
Loading...

KANUN YARARINA BOZMA (YAZILI EMİR) NEDİR?

Kanun yararına bozma, önceki yasanın yazılı emir adını verdiği kanun yoludur. Bu yol gerek yargıçların ve gerek mahkemelerin istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş kararlarına karşı bir yasa yoludur. Amacı bu karardaki aykırılıkları ortadan kaldırmaktır.
Niteliği bakımından bir olağanüstü yasa yolu sayılmalıdır, çünkü kesin hüküm kuvveti taşıyan kararlara karşı başvurulan bir yoldur. CMK, bu sonucu benimsemiştir. Kanun yararına bozmada genel ilke, verilen bozma kararlarının sanık aleyhine sonuç doğurmamasıdır. Bu yolun amacının, yasaların ülke içinde eşit biçimde uygulanması olduğu belirtilmektedir. Bu bakımdan faydalı bir yol olarak görülebilir. Fakat kesin hükmü ortadan kaldırmak amacı taşıması ve bizde olduğu gibi bazen sanık aleyhine de sonuç doğurması,
kesin hükmün otoritesini sarsan bir etkendir. Kanun yararına bozma yolunda, özellikle uyuşmazlığın esasını çözmeyen kararların sanık aleyhine etkisi yönünden yapılacak bir değerlendirmede, bu yolun somut olayda gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik olduğu söylenebilir. Yasaların ülke içinde eş olaylarda aynı biçimde uygulanması amacı, uyuşmazlığın esasını çözen mahkeme kararları bakımından geçerlik taşır; çünkü bunlarda sanık aleyhine uygulama yolu kapalıdır. Yeni yasa bu konuda iki ayrı yol öngörmektedir. Bunlar, genel anlamda kanun yararına bozma ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının kanun yararına bozma
yollarıdır.

YARGILAMANIN YENİLENMESİ DAVASI NASIL GÖRÜLÜR?

CMK’ya göre kanun yolu davası açabilenler yargılamanın yenilenmesi davasını açabilirler. Yasa bunu yasayollarına başvurma konusundaki genel kuralların, yargılamanın yenilenmesi yolunda da uygulanacağı biçiminde açıklamıştır. Yargılamanın yenilenmesi yoluna mahkumun ölmesinden sonra da başvurulması mümkün kılındığı için, ölüm durumunda, ölenin eşi, üstsoyu, altsoyu, kardeşleri yargılamanın isteyebileceklerdir.
Yargılamanın yenilenmesini istemek için, yasada açıklanmış bulunan nedenlerden birinin gerçekleşmiş olması şarttır.
Yargılamanın yenilenmesi istemi süreyle sınırlı değildir, çünkü bir yenileme nedeni yıllar sonra ve beklenmeyen bir anda ortaya çıkabilir. Bu bakımdan bu yol için bir süre sınırlaması koymak, bu yolun niteliğine aykırı düşer. Yasa, yargılamanın yenilenmesini istemeyi bazı biçimsel koşullara bağlamıştır. Bu istek bir dilekçeyle yapılmalı ve bunda yargılamanın yenilenmesi isteminin nedenleri ve özellikle istemin dayanağını oluşturan yeni deliller ve
olgular belirtilmelidir. Yargılamanın yenilenmesi davası, önceki son kararı vermiş olan mahkemede açılacaktır. Yargılamanın yenilenmesi CMK’da iki grup olarak öngörülmüştür: Mahkumun lehine ve aleyhine. Bu nedenler sınırlıdır. Bunlara ekleme yapılama

YARGILAMANIN YENİLENMESİ NEDİR, NE ZAMAN MÜMKÜNDÜR?

Yargılamanın yenilenmesi, yargılama sonunda ortaya çıkan kesin hükümde yanılgıların bulunduğunun sonradan anlaşılması üzerine başvurulan bir kanun yoludur.
Yanlışlığın sonradan anlaşılması, yargılama sırasında, elde olmayan delil ve olguların ortaya çıkmasıyla mümkün olacaktır. Yargılamanın yenilenmesi yasa yolu, kesin hükmün ortadan kaldırılması sonucunu doğuran bir çare olarak onunla yakın ilişki içindedir. Kesin hüküm, toplumda hukuki güvenliği kurmak amacını taşımaktadır. Fakat bunun yanında yalnız hukuki güvenliğin sağlanması yeterli olmayıp, adaletin de gerçekleşmiş olması gerekir. İyi bir kesin hüküm, adalet ve hukuki güvenlik kavramlarını dengede tutabilen bir kesin hükümdür. Ortaya yeni çıkan ve delillerle daha önce ulaşıldığı sanılan adaletin temellerinin sarsıldığı durumlarda, bu kesin hükmün ortadan kaldırılması ve yargılamayı yeniden yapma girişiminde bulunulması, yargılamanın yenilenmesi adlı bir yasa yolunun doğmasını sonuçlandırmıştır. Yargılamanın yenilenmesi, niteliği bakımından bir olağanüstü yasa yolu sayılmalıdır, çünkü kesin hüküm doğduktan sonra, bundaki aykırılıkları giderme amacı taşımaktadır. Her ne kadar yasa bu yolu, yasa yolu olarak adlandırmamışsa da, temel nitelikleri göz önünde tutulduğunda bu yolun bir yasa yolu olduğunda şüphe edilemez.
Yargılamanın yenilenmesi mahkemelerin kesinleşmiş son kararlarını ortadan kaldırmak amacını taşır. CMK’nın yürürlüğünden önce yargılamanın yenilenmesi, önceki yargılamayı yapmış olan mahkemede yapılmaktaydı. CMK’nın bu alanda attığı bir olumlu adımı belirtmem gerekir: Yargılamanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev yapan yargıç, aynı işte görev alamayacaktır. Bu hüküm, önceki hükmü veren mahkemenin aynı kalması sisteminde, yargıcın yasaklanması sonucu ile, ikinci yargılamada objektifliği sağlamak açısından önemli bir hükümdür.

TEMYİZ KANUN YOLUNUN KONUSU VE NİTELİĞİ NEDİR?

Temyiz olağan ve hukuki derece bir kanun yoludur. Temyizin hukuki dereceyi oluşturması, onun en önemli niteliğini teşkil eder. Hukuk sistemimizde istinaf yolu kabul edildikten sonra,temyiz yolunda BAM’ların(istinaf mahkemeleri) vermiş oldukları son kararlar hukuka
uygunlukları bakımından değerlendirilir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay, bu mahkemelerin vermiş olduğu son kararında hukuku tam ve doğru biçimde uygulayıp uygulamadığını denetler. Bu denetleme mahkemenin kararının maddi bölümünün, yani olguların saptanması ve delillerin değerlendirilmesi bölümünün inceleme dışı bırakılması anlamını taşır. Yargıtay, kural olarak mahkemenin önüne getirilmiş olan uyuşmazlık hakkında karar verirken, delilleri değerlendirmede yanılgıya düşüp düşmediğini ya da kararının temelini oluşturan olguları doğru saptayıp saptamadığını araştırmaz. Fakat bu temel üzerine oturtulan son kararda, hukuk normlarının uygulanmasında eksiklik ya da yanılgı olup olmadığının üzerinde durur.
Bu genel görünümü ile temyiz yolu istinafla karşılaştırıldığında, bir bakıma istinaftan daha dar ve sınırlı bir kanun yoludur. Gerçekten temyizde inceleme yalnızca hukuki yönden yapıldığı halde, istinafta hem maddi hem de hukuki bakımdan yapılan bir incelemenin söz konusu olması nedeniyle, istinaf daha geniş bir yoldur. Ancak bir bakıma da temyiz daha geniş bir inceleme alanı olarak da görülebilir, çünkü temyizde hukukun ve yasaların ülke içinde aynı biçimde uygulanması temel düşüncesi egemendir. Bu nitelik de temyizi daha geniş bir alanda etkili kılan bir unsurdur.

HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI (HAGB) NEDİR ?

Ceza yargılaması hukukumuza getirilen yeni bir kurumdur. Temeli şudur: Sanık yargılanır, suçlu bulunur, cezalandırılır. Fakat cezası açıklanmaz, askıya alınır. Hukuki niteliği yönünden cezanın ertelenmesine (tecil) benzer bir hukuk kurumudur. Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.
Süreyle ilgili olarak dikkat edilecek olan nokta şudur: İki yıllık süre, mahkemenin yaptığı yargılama sonunda sanığa vereceği hapis cezasının süresidir. Bu süre, yargılama konusu suçun yasada öngörülen cezasının yıl hapisle sınırlanmış olması değildir. Başka bir anlatımla, suçun cezasının 2‐5 yıl hapis olduğu bir resmi belgede sahtecilik yargılamasında, mahkeme sonuçta sanığa iki yıl hapis cezası verecek olduğunda, hükmün geri bırakılması kurumu uygulanabilir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi CMK’da belirli koşullara tabi tutulmuştur. Sanığın durumunda bu koşulların bulunması şarttır. Bu koşullar içinde sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması önde gelir.
Mahkemenin, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması da şarttır. Ayrıca suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tabi tutulur.

İDDİANAME NEDİR, İÇERİĞİNDE HANGİ UNSURLAR YER ALIR?

İddianame, bir ceza olayını son soruşturmaya aktaran belgenin adıdır. Kamu davası iddianame ile açılır. İddianame ile işin son soruşturmaya aktarılması özel bir yere sahiptir. İddianamenin ceza yargılamasının önemli bir belgesi olması nedeniyle ceza yargılaması açısından önem taşır. İddianame, içeriği bakımından son soruşturmayı yapacak olan mahkemeye verilen ve bu mahkemenin uyuşmazlığı çözmesini isteyen bir belgedir.
Bunun hangi mahkemeye verileceği, yargıcın yetki kurallarına göre belirlenir. Özellikle yerel ve görevsel yetki kurallarına uymak gerekir. Örneğin İstanbul’da işlenmiş olan bir ağır cezalık suçun yargılanması, İstanbul’daki ağır ceza mahkemesinden istenecektir.
Savcının iddianame düzenleyerek kamu davasını açması, sanığın suçu işlediğine ilişkin yeterli şüphe nedenlerine ulaşması ile mümkündür. Bu da yapılan hazırlık soruşturması sonunda ulaşılabilecek bir sonuçtur. Türk sisteminde savcı, istisnaların söz konusu olmadığı
durumlarda, kamu davasını açmak zorundadır.
İddianame, isminin sonundaki “name” sözcüğünden de anlaşılacağı üzere yazılıdır. Savcı, iddialarını taşıyan bir belge düzenlemelidir. İddianamenin neleri içermesi gerektiği yasada
belirtilmiştir.
a) Şüphelinin kimliği,
b) Müdafii,
c) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği,
d) Mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya
kanunî temsilcisi,
e) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda
bulunan kişinin kimliği,
f) Şikâyette bulunan kişinin kimliği,
g) Şikâyetin yapıldığı tarih,
h)Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun
maddeleri,
i) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
j) Suçun delilleri,
k) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri, Gösterilir.
İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır.
İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür. İddianamenin sonuç kısmında, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiği; suçun tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ilgili tüzel kişi hakkında uygulanabilecekolan güvenlik tedbiri açıkça belirtilir.

CEZA DAVASINI KİM AÇAR, NASIL AÇILIR?

Savcı yaptığı hazırlık soruşturması sonunda, kovuşturmama kararı vermediğinde, araştırma konusu eylemin suç oluşturduğu konusunda yeterli şüpheye ulaşmış demektir. Bunun sonucu olarak bu uyuşmazlığı çözülmek üzere mahkeme önüne götürmek zorundadır.
Savcı davayı açmadan önce bütün koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini iyi biçimde değerlendirmek durumundadır, çünkü hakkında ceza davası açılan kişi sanık adını alacak, onun toplum içindeki durumunda bu nedenle değişik olacak (son soruşturma sonunda beraat
etse bile), öte yandan yine boş yere açılmış bir kamu davasında yapılan giderler de boşa gidecek ve bunun yanında toplumdaki adalet duyguları da zedelenecektir.
Savcının açtığı dava bir ceza davası olduğundan ve bu davayla toplumda bozulmuş olan düzenin yeniden kurulması istendiğinden, kamu adına açılmış bir davadır ve bu nedenle de “kamu davası” adını alır. Savcı, devletin bir görevlisi olarak bu davayı devlet adına açmaktadır. Dava, bir uyuşmazlığın yargıç önüne götürülmesi ve orada tutulmasıdır. Bu uyuşmazlık ceza uyuşmazlığı olduğunda, dava, ceza davasıdır. Her ceza davasında iki ögenin (unsur) kesinlikle bulunması gerekir. Bunlar kişi ve eylem ögeleri (unsurları) dır. Hukukumuzda belirsiz kişilere karşı ceza davası açmak mümkün değildir. Savcı bir eylemden ötürü kamu davasını açtığında, bu davanın sanığını da göstermelidir. Bunun yanında bu sanığa atılan suç, daha yerinde deyişle, onun suçlandığı eylem de gösterilmek gerekir. Kişi hangi suçu işlemek şüphesi altında olduğunu bilmek durumundadır. Bu, sanık için bir güvencedir. Ayrıca bu iki öğe yargı organının yetki ve görev alanının belirlenmesi bakımından da önem taşır. Gerçekten “davasız yargı olmaz” ilkesi gereğince, yargı organı ancak önüne getirilen uyuşmazlıkları çözebilir ve yargılanması istenen kişileri yargılayabilir.
Bir uyuşmazlığa kendiliğinden el atamaz. Bu bir açıdan da itham sisteminin bir sonucudur. Tarihte tahkik sisteminin sakıncaları yaşanmıştır. Bu sistemde iddia ve yargı görevi aynı kişi ve organda birleştiğinden, kişiler bakımından tam anlamıyla güvensizlik doğuran bir
durumdur. Yargılanan kişi aynı zamanda iddia eden ve koğuşturan makam ya da kişi de olduğunda, bu sistemde yargı, ancak bazı iddialara kılıf bulmak amacına hizmet eder.

SUÇ DUYURUSU (İHBAR) NASIL YAPILIR?

Suç duyurusu, hazırlık soruşturmasının başlamasının en çok karşılaşılan biçimidir. Suç duyurusu da başka makam ya da kişilerin kovuşturma organlarına suçları bildirmeleridir. Bildirenin bir kamu makamı olması ya da bir özel kişi olmasına göre ayrılır.
Kamu makamlarının suç duyurusu denilince, bunların başında kolluk(polis, jandarma) gelir. Yasa kolluğa bir suça rastladığında, gerekli önlemi alma ve hazırladığı belgeleri hemen savcılığa gönderme görevini vermiştir. Kolluğun bu görevini yerine getirmesi savcılık
bakımından bir suç duyurusu niteliğindedir, çünkü savcılık bu yolla ilk kez bir suçu öğrenmektedir. Kamu makamlarının suç duyurusunda bulunmalarının başka örnekleri de hukukumuzda vardır. Bir kişi duruşmada suç işlediğinde, örneğin bir tanığın yalan
yere tanıklık etmesi ya da yargıca hakaret etmesi gibi, mahkeme olayı saptayacak, bir tutanak düzenleyecek ve bunu savcılığa gönderecektir. Ayrıca bir ölümün doğal nedenlerinden ileri gelmediği ya da meçhul bir kişinin ölüsünün bulunması durumunda, kolluk, belediye memurları ve köy muhtarları, sağlık ve cenaze işleri ile ilgili kişiler durumu derhal savcılığa ya da sulh yargıcına bildirmek zorundadırlar. Hatta bu gibi durumlarda ölünün gömülmesi, bu makamların yazılı izniyle mümkündür.

Bir kamu görevlisinin görevini yaptığı sırada ve göreviyle ilgili bir suçu yetkili organa bildirmekte ihmal ettiğinde, bu hareketi suç sayılmıştır. Kişilerin suç duyurusu denilince, kamu makamları dışında, kişilerin de suçları duyurmaları konusunda yeni TCK göz önünde bulundurulmalıdır. Yeni madde, kişilere işlenmekte olan suçları bildirim yükümünü getirmiştir. Bu tür suç duyuruları yazılı olabileceği gibi sözlü de olabilir. Duyuruda bulunan ismini verebileceği gibi, bunu gizli tutabilir, hatta başka bir isimle de suçu bildirebilir. Suç duyurusunda şüphelenilen kişinin ismini vermek gerekli değildir, bilinmeyen bir kişi de ihbar
edilebilir. Her türlü suç duyurusu üzerinde kovuşturma organlarının harekete geçmesi gerekir. Ancak duyurunun gerek yapılış biçimi ve gerek içeriğinden bunun ciddi olmadığı ilk anda anlaşılabiliyorsa, araştırmaya girişilmeyebilir.
Suç duyuruları konusunda CMK’nın hükümleri şunlardır: Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir. Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Yurt dışında işlenip ülkede takibi gereken suçlar hakkında Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına da ihbar veya şikâyette bulunulabilir.

Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir. Yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde; mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde, yargılamaya devam olunur.

HAZIRLIK SORUŞTURMASI NEDİR?

Ön soruşturma aşaması bugün hazırlık soruşturmasından oluşmaktadır. Hazırlık soruşturmasız bir ceza yargılaması faaliyeti düşünülemez. Ne kadar kısa ve çabuk olursa olsun, bir hazırlık soruşturması mutlaka yapılır. Hatta bunu daha da genelleyerek, hazırlık soruşturmasının ön soruşturmanın bir bölümü olduğunu
düşünerek, ön soruşturmasız ceza yargılaması olmayacağını söylemek yerinde olur. Bu bakımdan ön soruşturma ile son soruşturma arasındaki ilişki şöyledir: Son soruşturmasız bir ceza yargılaması gerçekleşebilir. Bu mümkündür, çünkü yargılamanın hazırlık soruşturması sonunda bitmesi ve işin son soruşturmaya aktarılmaması olanağı vardır.
Bunun anlamı, her ceza yargılamasında son soruşturmanın kesinlikle var olan bir aşama olmamasıdır. Fakat buna karşılık ön soruşturmasız ceza yargılaması yoktur.
Bu noktada bir husus hatırlanmalıdır. Hangi toplum olursa olsun, her işlenen suç için bir ceza yargılaması faaliyetinin mutlaka yapıldığı sonucu doğru bir sonuç değildir. Hiçbir ülkede böyle bir mutlak sonuç yoktur, ceza yargılaması faaliyeti bir suç haberinin kovuşturma organlarına (savcılık, polis, jandarma) ulaşması ile
başlamaktadır.
Böyle bir haber söz konusu olmadığında, ceza yargılaması mekanizması harekete geçmez. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Bunların başında, kişilerin korkması, suç failini affetmesi, başka suçların işlenen suçun üzerine bina edilmesi, mağdurların herhangi bir şekilde tatmin edilmeleri gibi nedenler, suçların kovuşturmasız, sonuçta cezasız kalmasının nedenleri olabilir.
Hazırlık soruşturmasının iki işlevi vardır. Bunlar, hazırlama ve ayıklamadır. “Hazırlama” denince, hazırlık soruşturmanın son soruşturmayı en iyi biçimde hazırlaması akla gelir. Son soruşturmanın en kısa süre içinde bitirilmesi ve eylemin
suç olduğu ya da olmadığı konusunda sonuca ulaşabilmesi, iyi bir hazırlık soruşturması ile mümkündür. Bu evrede deliller iyi ve sağlıklı biçimde toplanır, şüpheyi oluşturan olgular iyi değerlendirilir ve bunların kimlere suç atılmasını haklı kıldığı tam olarak ortaya konursa, son soruşturmayı yapan mahkemenin işi de kolaylaştırılmış olur. “Ayıklama” da hangi olaylardan ötürü son soruşturma yapılacağını ve hangileri için yapılmayacağını belirlemektir. Bu alanda bir ayıklama yapılacağından, bu husus, hazırlık soruşturmanın bir işlevi olmaktadır.
Her gün kovuşturma organı olarak savcılığa ve onun yardımcı kuruluşlarına, kolluğa ve jandarmaya gelen binlerce suç haberi ve suç duyurusu içinden, gerçekten suç şüphesi taşıyan olayların ayıklanması hazırlık soruşturmanın görevidir. Bu ayıklamayı yapabilmek için, bir araştırma faaliyetine gerek vardır. Bu faaliyet sonunda bazı suç duyurularının asılsız olduğu, ciddi olmadığı, bu olaylarda yeterli suç şüphesi bulunmadığı ya da olayın suç teşkil etmediği ortaya çıkabilecektir ve
bunların yargıç önüne götürülmesi de gereksiz olacaktır. Ancak suç şüphesi taşıyan ve belirli kişilere yüklenebilecek olaylardan ötürü yargı organlarının çalışması istenecektir.
Yeryüzünde gerçekleşen olaylar arasında benzerlikler bulunmasına rağmen, olayların gerek nedenleri gerek yapısı ve gerek sonuçları birbiriyle eş olamayacağına
göre, hazırlık soruşturmasının “ayıklama” işlevinin ne denli önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.

Whatsapp ile ulaşın bize
Whatsapp'a gönder

Bu Sayfadaki İçeriği KOPYALAYAMAZSNIZ !!!