HAKSIZ YA DA HUKUKA AYKIRI TUTUKLAMA VE YAKALAMA DAVALARININ ESASLARI NELERDİR?

Tazminatı doğuracak olan nedenler CMK’da sırlanmaktadır: Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer mal varlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
Tazminat isteminde bulunma hakkı, yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü zarara uğrayan kişilere aittir. Bu hak, yakalama ya da tutuklama önlemine tabi tutulan kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Haksız ya da hukuka aykırı tutuklama ya da yakalama hallerinde, yasaya aykırı işlemin sonuçlarının kendilerine doğduğundan bahisle, üçüncü kişilerin tazminat isteminde bulunmaları söz konusu değildir.
Tazminat istemi bir dilekçe ile istenecektir. Dilekçede, zarar isteminde bulunan kişinin açık adresi, zararı doğuran işlemlerin özeti, zararın dayandığı nedenler ve bunların delilleri ile giderilmesi istenen zararın neden ibaret olduğu yazılı olmak gerekir. Delillerin dilekçeye ekli olması şarttır. Öte yandan dilekçenin yasanın aradığı koşulları içermemesi veya istenen belgelerin ve delillerin eklenmemiş olması halinde, mahkeme 1 aylık bir süre verir. Bu sure eksikleri giderme süresidir. Bu sürenin sonunda eksikler giderilmediğinde, dilekçe mahkemece reddedilir.
Yasada dava açma süresi üç ay olarak düzenlenmiştir. Bu sürenin başlangıcı, tazminatı doğuran nedenler farklılık gösterdiğinden, kendi içinde farklılık taşımaktadır. Bu bakımdan, bir yargılamanın söz konusu olduğu durumlarda, yargılama sonunda verilen kararın kesinleştiği tarih, diğer hallerde, haksız ya da hukuka aykırı işlem iddialarının mercilerince karara bağlandığı tarihler, üç aylık sürenin başlangıç tarihini oluşturacaktır.
Yasa, görevli mahkemeyi davacının oturduğu yer ağır ceza mahkemesi olarak belirtmiştir. Eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, dava en yakın yer ağır ceza mahkemesinde görülür ve karara bağlanır.

1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız (1 votes, average: 5,00 out of 5)
Loading...

KANUN YARARINA BOZMA (YAZILI EMİR) NEDİR?

Kanun yararına bozma, önceki yasanın yazılı emir adını verdiği kanun yoludur. Bu yol gerek yargıçların ve gerek mahkemelerin istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş kararlarına karşı bir yasa yoludur. Amacı bu karardaki aykırılıkları ortadan kaldırmaktır.
Niteliği bakımından bir olağanüstü yasa yolu sayılmalıdır, çünkü kesin hüküm kuvveti taşıyan kararlara karşı başvurulan bir yoldur. CMK, bu sonucu benimsemiştir. Kanun yararına bozmada genel ilke, verilen bozma kararlarının sanık aleyhine sonuç doğurmamasıdır. Bu yolun amacının, yasaların ülke içinde eşit biçimde uygulanması olduğu belirtilmektedir. Bu bakımdan faydalı bir yol olarak görülebilir. Fakat kesin hükmü ortadan kaldırmak amacı taşıması ve bizde olduğu gibi bazen sanık aleyhine de sonuç doğurması,
kesin hükmün otoritesini sarsan bir etkendir. Kanun yararına bozma yolunda, özellikle uyuşmazlığın esasını çözmeyen kararların sanık aleyhine etkisi yönünden yapılacak bir değerlendirmede, bu yolun somut olayda gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik olduğu söylenebilir. Yasaların ülke içinde eş olaylarda aynı biçimde uygulanması amacı, uyuşmazlığın esasını çözen mahkeme kararları bakımından geçerlik taşır; çünkü bunlarda sanık aleyhine uygulama yolu kapalıdır. Yeni yasa bu konuda iki ayrı yol öngörmektedir. Bunlar, genel anlamda kanun yararına bozma ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının kanun yararına bozma
yollarıdır.

YARGILAMANIN YENİLENMESİ NEDİR, NE ZAMAN MÜMKÜNDÜR?

Yargılamanın yenilenmesi, yargılama sonunda ortaya çıkan kesin hükümde yanılgıların bulunduğunun sonradan anlaşılması üzerine başvurulan bir kanun yoludur.
Yanlışlığın sonradan anlaşılması, yargılama sırasında, elde olmayan delil ve olguların ortaya çıkmasıyla mümkün olacaktır. Yargılamanın yenilenmesi yasa yolu, kesin hükmün ortadan kaldırılması sonucunu doğuran bir çare olarak onunla yakın ilişki içindedir. Kesin hüküm, toplumda hukuki güvenliği kurmak amacını taşımaktadır. Fakat bunun yanında yalnız hukuki güvenliğin sağlanması yeterli olmayıp, adaletin de gerçekleşmiş olması gerekir. İyi bir kesin hüküm, adalet ve hukuki güvenlik kavramlarını dengede tutabilen bir kesin hükümdür. Ortaya yeni çıkan ve delillerle daha önce ulaşıldığı sanılan adaletin temellerinin sarsıldığı durumlarda, bu kesin hükmün ortadan kaldırılması ve yargılamayı yeniden yapma girişiminde bulunulması, yargılamanın yenilenmesi adlı bir yasa yolunun doğmasını sonuçlandırmıştır. Yargılamanın yenilenmesi, niteliği bakımından bir olağanüstü yasa yolu sayılmalıdır, çünkü kesin hüküm doğduktan sonra, bundaki aykırılıkları giderme amacı taşımaktadır. Her ne kadar yasa bu yolu, yasa yolu olarak adlandırmamışsa da, temel nitelikleri göz önünde tutulduğunda bu yolun bir yasa yolu olduğunda şüphe edilemez.
Yargılamanın yenilenmesi mahkemelerin kesinleşmiş son kararlarını ortadan kaldırmak amacını taşır. CMK’nın yürürlüğünden önce yargılamanın yenilenmesi, önceki yargılamayı yapmış olan mahkemede yapılmaktaydı. CMK’nın bu alanda attığı bir olumlu adımı belirtmem gerekir: Yargılamanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev yapan yargıç, aynı işte görev alamayacaktır. Bu hüküm, önceki hükmü veren mahkemenin aynı kalması sisteminde, yargıcın yasaklanması sonucu ile, ikinci yargılamada objektifliği sağlamak açısından önemli bir hükümdür.

İDDİANAME NEDİR, İÇERİĞİNDE HANGİ UNSURLAR YER ALIR?

İddianame, bir ceza olayını son soruşturmaya aktaran belgenin adıdır. Kamu davası iddianame ile açılır. İddianame ile işin son soruşturmaya aktarılması özel bir yere sahiptir. İddianamenin ceza yargılamasının önemli bir belgesi olması nedeniyle ceza yargılaması açısından önem taşır. İddianame, içeriği bakımından son soruşturmayı yapacak olan mahkemeye verilen ve bu mahkemenin uyuşmazlığı çözmesini isteyen bir belgedir.
Bunun hangi mahkemeye verileceği, yargıcın yetki kurallarına göre belirlenir. Özellikle yerel ve görevsel yetki kurallarına uymak gerekir. Örneğin İstanbul’da işlenmiş olan bir ağır cezalık suçun yargılanması, İstanbul’daki ağır ceza mahkemesinden istenecektir.
Savcının iddianame düzenleyerek kamu davasını açması, sanığın suçu işlediğine ilişkin yeterli şüphe nedenlerine ulaşması ile mümkündür. Bu da yapılan hazırlık soruşturması sonunda ulaşılabilecek bir sonuçtur. Türk sisteminde savcı, istisnaların söz konusu olmadığı
durumlarda, kamu davasını açmak zorundadır.
İddianame, isminin sonundaki “name” sözcüğünden de anlaşılacağı üzere yazılıdır. Savcı, iddialarını taşıyan bir belge düzenlemelidir. İddianamenin neleri içermesi gerektiği yasada
belirtilmiştir.
a) Şüphelinin kimliği,
b) Müdafii,
c) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği,
d) Mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya
kanunî temsilcisi,
e) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda
bulunan kişinin kimliği,
f) Şikâyette bulunan kişinin kimliği,
g) Şikâyetin yapıldığı tarih,
h)Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun
maddeleri,
i) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
j) Suçun delilleri,
k) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri, Gösterilir.
İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır.
İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür. İddianamenin sonuç kısmında, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiği; suçun tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ilgili tüzel kişi hakkında uygulanabilecekolan güvenlik tedbiri açıkça belirtilir.

CEZA DAVASINI KİM AÇAR, NASIL AÇILIR?

Savcı yaptığı hazırlık soruşturması sonunda, kovuşturmama kararı vermediğinde, araştırma konusu eylemin suç oluşturduğu konusunda yeterli şüpheye ulaşmış demektir. Bunun sonucu olarak bu uyuşmazlığı çözülmek üzere mahkeme önüne götürmek zorundadır.
Savcı davayı açmadan önce bütün koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini iyi biçimde değerlendirmek durumundadır, çünkü hakkında ceza davası açılan kişi sanık adını alacak, onun toplum içindeki durumunda bu nedenle değişik olacak (son soruşturma sonunda beraat
etse bile), öte yandan yine boş yere açılmış bir kamu davasında yapılan giderler de boşa gidecek ve bunun yanında toplumdaki adalet duyguları da zedelenecektir.
Savcının açtığı dava bir ceza davası olduğundan ve bu davayla toplumda bozulmuş olan düzenin yeniden kurulması istendiğinden, kamu adına açılmış bir davadır ve bu nedenle de “kamu davası” adını alır. Savcı, devletin bir görevlisi olarak bu davayı devlet adına açmaktadır. Dava, bir uyuşmazlığın yargıç önüne götürülmesi ve orada tutulmasıdır. Bu uyuşmazlık ceza uyuşmazlığı olduğunda, dava, ceza davasıdır. Her ceza davasında iki ögenin (unsur) kesinlikle bulunması gerekir. Bunlar kişi ve eylem ögeleri (unsurları) dır. Hukukumuzda belirsiz kişilere karşı ceza davası açmak mümkün değildir. Savcı bir eylemden ötürü kamu davasını açtığında, bu davanın sanığını da göstermelidir. Bunun yanında bu sanığa atılan suç, daha yerinde deyişle, onun suçlandığı eylem de gösterilmek gerekir. Kişi hangi suçu işlemek şüphesi altında olduğunu bilmek durumundadır. Bu, sanık için bir güvencedir. Ayrıca bu iki öğe yargı organının yetki ve görev alanının belirlenmesi bakımından da önem taşır. Gerçekten “davasız yargı olmaz” ilkesi gereğince, yargı organı ancak önüne getirilen uyuşmazlıkları çözebilir ve yargılanması istenen kişileri yargılayabilir.
Bir uyuşmazlığa kendiliğinden el atamaz. Bu bir açıdan da itham sisteminin bir sonucudur. Tarihte tahkik sisteminin sakıncaları yaşanmıştır. Bu sistemde iddia ve yargı görevi aynı kişi ve organda birleştiğinden, kişiler bakımından tam anlamıyla güvensizlik doğuran bir
durumdur. Yargılanan kişi aynı zamanda iddia eden ve koğuşturan makam ya da kişi de olduğunda, bu sistemde yargı, ancak bazı iddialara kılıf bulmak amacına hizmet eder.

SUÇ DUYURUSU (İHBAR) NASIL YAPILIR?

Suç duyurusu, hazırlık soruşturmasının başlamasının en çok karşılaşılan biçimidir. Suç duyurusu da başka makam ya da kişilerin kovuşturma organlarına suçları bildirmeleridir. Bildirenin bir kamu makamı olması ya da bir özel kişi olmasına göre ayrılır.
Kamu makamlarının suç duyurusu denilince, bunların başında kolluk(polis, jandarma) gelir. Yasa kolluğa bir suça rastladığında, gerekli önlemi alma ve hazırladığı belgeleri hemen savcılığa gönderme görevini vermiştir. Kolluğun bu görevini yerine getirmesi savcılık
bakımından bir suç duyurusu niteliğindedir, çünkü savcılık bu yolla ilk kez bir suçu öğrenmektedir. Kamu makamlarının suç duyurusunda bulunmalarının başka örnekleri de hukukumuzda vardır. Bir kişi duruşmada suç işlediğinde, örneğin bir tanığın yalan
yere tanıklık etmesi ya da yargıca hakaret etmesi gibi, mahkeme olayı saptayacak, bir tutanak düzenleyecek ve bunu savcılığa gönderecektir. Ayrıca bir ölümün doğal nedenlerinden ileri gelmediği ya da meçhul bir kişinin ölüsünün bulunması durumunda, kolluk, belediye memurları ve köy muhtarları, sağlık ve cenaze işleri ile ilgili kişiler durumu derhal savcılığa ya da sulh yargıcına bildirmek zorundadırlar. Hatta bu gibi durumlarda ölünün gömülmesi, bu makamların yazılı izniyle mümkündür.

Bir kamu görevlisinin görevini yaptığı sırada ve göreviyle ilgili bir suçu yetkili organa bildirmekte ihmal ettiğinde, bu hareketi suç sayılmıştır. Kişilerin suç duyurusu denilince, kamu makamları dışında, kişilerin de suçları duyurmaları konusunda yeni TCK göz önünde bulundurulmalıdır. Yeni madde, kişilere işlenmekte olan suçları bildirim yükümünü getirmiştir. Bu tür suç duyuruları yazılı olabileceği gibi sözlü de olabilir. Duyuruda bulunan ismini verebileceği gibi, bunu gizli tutabilir, hatta başka bir isimle de suçu bildirebilir. Suç duyurusunda şüphelenilen kişinin ismini vermek gerekli değildir, bilinmeyen bir kişi de ihbar
edilebilir. Her türlü suç duyurusu üzerinde kovuşturma organlarının harekete geçmesi gerekir. Ancak duyurunun gerek yapılış biçimi ve gerek içeriğinden bunun ciddi olmadığı ilk anda anlaşılabiliyorsa, araştırmaya girişilmeyebilir.
Suç duyuruları konusunda CMK’nın hükümleri şunlardır: Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir. Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Yurt dışında işlenip ülkede takibi gereken suçlar hakkında Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına da ihbar veya şikâyette bulunulabilir.

Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir. Yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde; mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde, yargılamaya devam olunur.

YURTDIŞINA ÇIKMA YASAĞI NEDİR?

Yurt dışına çıkma yasağı, CMK ile getirilen adli kontrol kurumu içinde mütalaa edilmiştir. Hakim ya da mahkeme, hakkında tutuklama koşulları ve nedenleri gerçekleşmiş olan şüpheli ya da sanıklar hakkında adli kontrol kararı verebilmektedir. Bu yetkiyi savcı kullanamaz, çünkü yasada bu konuda yetkilendirilmemiştir. Yurt dışı yasağı da adli kontrol önleminin türlerinden biridir ve bu rejime tabidir. Yurt dışı yasağı incelenirken Pasaport Yasasının üzerinde durulmalıdır. Bu yasada, yurtdışına çıkmaları mahkemelerce yasaklananlara pasaport verilmeyeceği belirtilmektedir. CMK, Pasaport Yasasının ilgili maddesini yürürlükten kaldırmamıştır. Bu nedenle CMK ile Pasaport Yasası birlikte uygulanmalıdır. Bu durumda, Hakim ya da mahkeme yurtdışına çıkma önlemine adli
kontrol kapsamında karar verdiğinde, sonuç bir müzekkere ile kolluk makamlarına bildirilmeli, bu kişiye pasaport verilmemeli ya da daha önce almış olduğu pasaporta el konulmalıdır. Yurt dışına çıkma yasağına ilişkin kayıtlar bugün bilgisayar düzeninde tutulmaktadır. Bunun sonucu olarak bu yasaklar bilgisayara işlenmektedir. Yasak kaldırıldığında, bu kayıtların polis tarafından tutulan bilgisayar kayıtlarından düşülmesi şarttır. Bu konuda uygulamada bazen aksaklıklar yaşanmaktadır.

TUTUKLAMA (TUTUKLULUK) SÜREYLE SINIRLI MIDIR?

Bu konuda ilk söylenmesi gereken husus şudur:
Tutukluluk süresinden söz edildiği zaman, şüpheli hakkında tutuklama kararı verilmiş, kişi hakkında tutuklama kararı uygulanmış ve bir tutukevine konulmuş
olması söz konusudur. Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez. Uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafinin görüşleri alındıktan sonra verilir. Ancak millet ve devlete karşı suçlarda, devletin güvenliğine karşı suçlarda, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlarda, milli savunmaya karşı suçlarda, devlet sırlarına karşı suçlar ile casuslukta,
tutukluluk süresi soruşturma evresinde, en çok bir yıl altı aydır. Bu sure, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.

TUTUKLAMA KARARINI KİM VERİR?

Tutuklama kararını Hakim verir. Bunun istisnası yoktur. Bu Hakim soruşturma aşamasında(kamu davası açılmadan önceki evre) Sul Ceza Hakimidir.
Son soruşturmada tutuklama kararını mahkeme verir. Mahkeme Asliye Ceza mahkemesi ise, yargıç bu mahkemede görev yapan Hakimdir.
Son soruşturma bir Ağır Ceza Mahkemesinde (ACM) yapılıyorsa, kararı mahkeme verir. ACM, bir başkan iki üyeden kuruludur. Tutuklama kararı bu mahkemede oy birliğiyle verilebileceği gibi, oy çokluğuyla da verilebilir.
Kanun yolu aşamasında istinaf ya da temyiz kanun yolunda, istinaf yargılaması Bölge Adliye Mahkemesinde yapıldığı için bu mahkemece verilir. Tutuklama kararı
bu mahkemede oybirliğiyle verilebileceği gibi, oy çokluğuyla da verilebilir.
Temyiz yargılaması Yargıtayda yapılır. Dosyanın incelendiği dairede (Yargıtayın bölümleri böyle anılır) yukarıdaki ilkeye göre verilir.

TUTUKLAMA NEDİR?

Tutuklama, bir yargıç kararıyla anayasada ve yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesi ile, bir kişinin henüz suçluluğu hakkında kesin karar verilmeden önce, özgürlüğünün kaldırılmasıdır. Tutuklama kişi özgürlüğünü en ağır biçimde sınırlandıran bir önlem olması nedeniyle, ancak yargıç kararıyla uygulanır. Türk hukukunda bunun istisnası yoktur. Başka bir makam ya da kişi tutuklama kararı veremez.
Hakkında tutuklama kararı verilen kişi ele geçirilir ve tutuk evi adı verilen ve genellikle cezaevlerinin bir bölümü olarak yapılan yerlerde tutulur. Hakkında tutuklama kararı verilen kişiye “tutuklu”, bu kişinin içinde bulunduğu hukuki duruma da “tutukluluk” denir. Anayasamız 19 uncu maddesinde tutuklamanın ancak
yargıç kararıyla mümkün olduğunu belirtmekte ve kavramı daha da yakından ele alarak tutuklama nedenlerinden ve hakkında tutuklama kararı verilen kişilerin yargıç önüne çıkarılmalarından da söz etmekte ve bu konuda ilkeleri belirtmektedir. Anayasanın bu denli kurallar koyması, kişinin hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasının, ceza yargılaması amacıyla bile olsa, güvence altına almak istemesi olarak nitelenebilir. Tutuklamanın ağır bir önlem olması, buna ancak zaruri
durumlarda başvurmayı zorunlu kılar. Bu nedenle bu noktada “orantılılık” ilkesi hatırlanmalıdır. Bu bakımdan tutuklamanın amaçlarına başka önlemlerin uygulanmasıyla ulaşılabilecek olan durumlarda, tutuklama önlemi uygulanmamalıdır.
Tutuklama koşulları anayasalarda ve yasalarda belirtildikten sonra, yargıca tutuklama kararı vermek mecburiyeti yüklenirse, tutuklamanın mecburiliğinden söz edilir. Aksine tutuklama koşulları gerçekleşmiş olmasına karşın, yine de son takdirin yargıca bırakıldığı durumlarda, tutuklamanın ihtiyari olduğu söylenir. Tutuklama bir ceza yargılaması önlemi olarak hem gerçeği bulmaya yardım eden ve hem de kararların uygulanmasını sağlamayı hedef alan bir önlemdir.
Bu bakımdan tutuklamanın üç amacı vardır: Birinci amaç, sanığın yargılama sırasında el altında bulunmasını sağlamaktır. Sanığın kaçmasının mümkün olduğunu gösteren kuvvetli olguların bulunduğu durumlarda, tutuklama yapıldığında, bu amaç ön plana çıkmıştır.
İkinci amaç ceza yargılaması organlarının yargılama konusu olayı ve buna ilişkin olguları sağlıklı biçimde saptamalarını sağlamaktır. Sanık “delilleri karartma” (Türk ve Alman ceza yargılaması hukuku öğretisinde, “delilleri karartma” olarak adlandırılan bu kavram yasada belirli haller sayılarak formüle edilmiştir.
Tutuklamanın üçüncü amacı, cezanın yerine getirilmesini sağlamaktır. Verilen karar kağıt üzerinde kalacak olduktan sonra, yargılamaya gerek yoktur.
Bunun önüne geçmek için sanık tutuklandığında, üçüncü amaca ulaşmak istenmiş olur. Tutuklama ile ilgili bir başka sorun da, bir sanık hakkında tutuklama kararının her eylem için ayrı ayrı verilip verilmeyeceğidir. Özellikle tutuklama kararının uygulandığı ve sanığın tutukevine konulduğu durumlarda, buna gerek olmayabileceği akla gelebilir. Fakat kanımızca sanığın her eylemi için ayrı tutuklama
kararı verilmesi pratik amaçlara uygundur. Sanık hakkında verilmiş olan bir tutuklama kararı kaldırıldığında ya da sanık beraat ettiğinde, bir başka suçtan tutuklu olup olmadığının bilinmesi yerinde olur. Hatta sanık bir suçundan ötürü cezasını çekmekte olsa bile, yine de bir başka suçtan ötürü tutuklama kararı verilmelidir. Uygulamada bu sonuç göz önünde bulundurularak işlem yapılmaktadır.

1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız (Oylama Yapılmadı)
Loading...
Whatsapp ile ulaşın bize
Whatsapp'a gönder

Bu Sayfadaki İçeriği KOPYALAYAMAZSNIZ !!!